O gittikten sonra uyandığında, yarı çıplak oturup yatakta ‘bu da gitti’ diye düşüneceğini bildiği için terketmemişti seni daha önceleri. Gidişinin sende bu etkiyi uyandırması, ne onun eksikliğiydi ne de senin maymun iştahın. Hata yoktu, doğru da yoktu. Yalnızca ‘uyanmak’ ve uyanır uyanmaz ‘yalnız olduğunu hissetmek’ vardı. İkiniz de hissettiniz, derin derin. Sen çirkindin; yeşil gözlerin dalmıştı yatağın ucuna, gözbebeklerin büyümüş, hata bulmaya çalışırken kendinde, başarısızdın yine her zamanki gibi. Onun gözleri ıslaktı, denizi kokluyordu. Cevap bekliyordu rüzgardan. Hatta emin bile değildi gitme kararından, dönerdi belki ama ‘niye geldin’ dedirtmek istemedi sana.
İsterdin sen de aslında ‘Geri dön’ diyebilmeyi, beceremezdin. Bu da senin yetisizliğindi işte. Çocukluğundan beri kaybolan şeylerin kaybolduğu düşüncesini yoksayardın; oturup düşünürdün daima ve aynı sonuca varırdı fikrin:
“Bu da gitti.”