uzun zaman sonra merhaba sevgili blog. yaşadıklarımı, hissettiklerimi sana yazdığımı birkaç arkadaşım biliyor. onlar da çok fazla ilgilenmiyorlar bildiğim kadarıyla.
bugün sana ergen tribini andıran bir şeyler yazacağım. belki de yarıda keserim. bazen olaylar üzerine fazlaca düşünüp yorum yapmak canımı sıkıyor.
bugün saçma sapan bir konu üzerinden sinirlenip sesimi yükselttiğimden büyük ablam ağladı, küçüğü de bana bağırdı. annemse 'bulunmaz hint kumaşı olmadığımı, 2 gündür herkesin huzurunu kaçırdığımı' söyledi. ve bunun gibi şeyler. bütün gün ruh gibi dolaştım. gerekli olmadıkça konuşmadım; o da bazen bir, bazen iki kelime.sinirimden bütün evin camlarını sildim. evdeki fotoğraflarımı kaldırdım -ki ben yokken de huzuru kaçmasın evin-.
afrikaya bile olur, burdan gitmek istediğimi farkettim. hiçbirini özlemiyeceğime eminim.
neden sinirliyim bilmiyorum. bilerek böyle yapmıyorum. elimde değil. mani olamıyorum. zaten arkamı döndükten sonra unutuyorum. ama böyle izler bırakınca unutmak pek kolay olmuyor. bugün ne birinin gözyaşları ne de öbürünün bağırtısı acıttı canımı. acıttı ama en çok '2 gündür herkesin huzurunu kaçırdın' cümlesi üzdü beni. vay be diyor insan.
neden 2 gündür huzur kaçırmışım?
dün büyük ablam ve kızı, küçük ablam ve kızları, annem ve ben sahile gittik. orda gezindik fotoğraf filan çektik. böyle ufak bir tepecik ilerisinde havayla şişen oyun alanı olur ya, çocuklar içinde zıplar filan. küçükler oraya gitmek istedi. küçük ablam da yorulunca siz gidin biz burda bekleyelim dedi ve kendi küçükleri ile büyük ablamın kızıyla oraya gittik. annem ve iki ablam bizi aşağıda bekleyeceklerdi.
fakat kızlar oyun alanını küçük buldular ve annelerinin yanına dönmek istediler.geri dönerken bir tanesi aniden gözden kayboldu. annemlerin olduğu yere geldiğimizde ne annemler ne de küçük oradaydı. adını bağıra bağıra sanırım bi 3-4 dk aradım. sonra ufukta küçük ablam el sallarken göründü. 'gelin gelin' diyerek. meğerse kız annesini görmüş yanlarına gitmiş, annemlerse bulundukları yer rahatsız diye deniz kenarına gitmek istemişler.
çok sinirlendim. bu duygunun nasıl bir şey olduğunu bilemezsiniz. size emanet olan bir çocuğun gözle kaş arasında kaybolması nasıl bir duygudur, yaşamadan bilmeniz mümkün değil. 'ya kaçırıldıysa, ya kaybolduysa, ya bi yere düştüyse sesimi duyamıyorsa, ben ablama abime ne diyeceğim..' korkulu cümleleri sırayla aklımdan geçiyordu deli gibi. çok korktum. deli gibi korktum. ve çok tepki verdim. annemlere oldukları yerden ayrıldıkları için bağırdım, bu çocuk niye beni beklemiyor diye kıza kızdım aptal diye bağırdım. evet yaptım. tanımadığım insanların arasında bunları söylemekten de utanmadım. bu utanılcak bir şey değil.
ya çocuk gerçekten kaybolsaydı ya kaçırılsaydı, o zaman acaba Adolf'cum,'ne bağırıyosun ki burda işte çocuk' gibi kayıtsız ve umursamaz bi cümle kullanabilir miydi? umarım sevgili yeğenlerim hep güvende olurlar. ama birgün birini kaybedersen, dilerim ki sen sakin kalabilirsin.
bu konuda annem ve büyük ablam beni haklı görmüşler. NE BÜYÜK LÜTUF. ama ağızlarını açıp da Adolf'a 'aa evet kız mineyi beklemeliydi, kızmaya hiç hakkın yok' demedi. ama ben 25 yaşına da gelsem küçüğüm ya, her hareketimde uyarıyı görmeli, cezayı çekmeliyim.
geçen sefer ağlama krizine girmeme sebep olan bir diğer bağrışında bir yazı yazmış, fakat yayınlamamıştım Adolf'cum. burda yayınlamak istiyorum:
"İnsanın birilerine minnet borcunun olması, olmasa bile öyle hissetmesi; bok gibi bi durum. abla duyuyor musun bak bok diyorum. bok göt kıç filan.
bilmezsin. nerden bileceksin ki. sen hep kendini büyüttün. sonra da beni. bir anne kadar eğildin üzerime ve bu, üzerimde hak sahibi yaptı seni kendiliğinden.
sen hiç bilmedin bu durumun ne kadar can sıkıcı olduğunu çünkü senin üzerinde hak sahibi olan sadece annem ve babamdı.
sen benden pamuk olmamı bekledin. çalılarımın arasındaki pamukları görmek yetmedi sana hiç bir zaman.
beni daima ‘düzeltmek gereken bozuk şey’ olarak görmendense, kardeşin olarak kabul edebilmeni yeğlerdim. ama insan bir süre sonra yapamıyor bazı şeyleri. sen de haksız sayılmazsın.
ben, senin bana söylediğin şeyleri günlerce düşünüp sana karşı kinlenmedim, senin bana yaptığın gibi. götümden anlamadım söylediğin şeyleri. en muhtemel olasılıkla içime atmışımdır. o da bir keresinde mideme vurup beni hasta etmişti. o zaman da ilaç vermemiştin. kendi kendine geçmesi daha iyimiş hastalığın, sen bıkmıştın çünkü doktorlara gide gide. öyle yapmıştık, evde kendi kendine geçmişti 2 haftada.
beni diğer insanlardan daha çok tanımanı isterdim. ama sen de diğer pek çokları gibi kendi aklındaki mine’ye göre şekillendirdin durumları.
hülasa, sayende edindiklerimi ve bana yıllarca sağladığın yardımları yok sayarak nankörlük edecek değilim. ama senden gördüğüm ve göreceğim ne varsa annemden babamdan görmeyi çok isterdim. çünkü o zaman sadece ablam olurdun. "
yani, bugün de dediğin gibi, hep kötü şeyleri söylemiyorum. aksine, benim unutmak gibi bir problemim var bu gibi şeyleri. düşünerek kendini rahatsız eden sensin.
sana gelince B. Ablam, ben senin yüzünden böyle olmadım, üzülmene ağlamana gerek yok. benim doğuştan böyle olduğumu herkes biliyor. kimse özünü inkar etmemeli.
ve anne, hepinizi bir gün huzura boğacağım, merak etme.
'mine niye durgunsun böyle, bir şey mi oldu?' dediğinde seni sadece 'boşver' diyerek geçiştirdiğim için özür dilerim baba. anlatsam ağlardım. artık ağlamak istemiyorum.