26 Kasım 2010 Cuma
Kendim..
Herkes bazen bir günü 'kendi'yle geçirmek ister. Bir sebebi olması gerekmez. Evde olması gerekmez. Dışarıda olması gerekmez. Gece gündüz farketmez. Herkes bazen 'kendi'yle yalnız kalmak ister. Ona kızmak ister, kırmak ister. Sevmek ister sonra, pişman olur söylediklerine. Sarılmak ister. Kendisini mutlu eden şeylerle arkadaş olmak ister. Kendisini üzenlerle savaşa girer.
Şöyle bir bakınca kendiyle yalnız olmadığı zamanlara, aslında yalnız olmadığını hatırlar insan. 'Kendi' daima onunladır. Bazen biraz fazla, bazen biraz uzak. Ama asla ayrı değil.
'Kendim' benim en iyi arkadaşım. En çirkin zamanlarımı ondan saklamıyorum, hatta sivilcelerimle o ilgileniyor. Ve güzel giyindiğimde ilk o görüyor beni, hatta o karar veriyor ne giyeceğime. Hangi insana güvenmem gerektiğini o söylüyor. Hiç kimse anlamazken o daima anlıyor beni. Her şey hakkında daima hemfikir olduğum kaç arkadaşım var ki?
Onu seviyorum. Siz de 'kendiniz'e onu çok sevdiğinizi söyleyin. 'kendi'ler bunu duymayı severmiş. Öyle demişti bir keresinde 'kendim'.
30 Ekim 2010 Cumartesi
Bu da Gitti..
O gittikten sonra uyandığında, yarı çıplak oturup yatakta ‘bu da gitti’ diye düşüneceğini bildiği için terketmemişti seni daha önceleri. Gidişinin sende bu etkiyi uyandırması, ne onun eksikliğiydi ne de senin maymun iştahın. Hata yoktu, doğru da yoktu. Yalnızca ‘uyanmak’ ve uyanır uyanmaz ‘yalnız olduğunu hissetmek’ vardı. İkiniz de hissettiniz, derin derin. Sen çirkindin; yeşil gözlerin dalmıştı yatağın ucuna, gözbebeklerin büyümüş, hata bulmaya çalışırken kendinde, başarısızdın yine her zamanki gibi. Onun gözleri ıslaktı, denizi kokluyordu. Cevap bekliyordu rüzgardan. Hatta emin bile değildi gitme kararından, dönerdi belki ama ‘niye geldin’ dedirtmek istemedi sana.
İsterdin sen de aslında ‘Geri dön’ diyebilmeyi, beceremezdin. Bu da senin yetisizliğindi işte. Çocukluğundan beri kaybolan şeylerin kaybolduğu düşüncesini yoksayardın; oturup düşünürdün daima ve aynı sonuca varırdı fikrin:
“Bu da gitti.”
13 Ekim 2010 Çarşamba
Bugün Çok Güzeldiniz..
Sabahları kitap okumak, alışkanlıklarım arasında değildir. Bugün sırf metrobüste okuyabilmek için ayrı bir çantaya koydum 'aşk'ı ve bütün gün taşıdım. Okudum yolda. Otobüsten indiğimde İstanbul çok güzel göründü gözüme. Hafif yağmur, ılık rüzgar.. Kitabın etkisi eğildi bu, ben zaten seviyorum bu şehri.
Metroda ney çalan adamı dinledim müzikçalarımı durdurup. Hüzünlü şarkı dinlemeyi de sevmem sabahları ama, bildiğim bir melodiydi çaldığı. Huzur buldum.
Seyrettiğimiz film de günün enerjisine eşlik edercesine neşe vericiydi.
Benim de eksiklerim var yaşamımın içerisinde, herkes gibi, o ünlü kızınki gibi.. Ama onları yazmak istemiyorum. Hüzünlenmek değil, mutlu olmak ve yazının sonunda yüzlerinizde oluşacak küçük bir gülümseme hayal etmek istiyorum. Zira bugün, uzun süre sonra mutluluğu hissettim tekrar.
Çok büyük mutluluk planlarım yok. Bazen ılık hava, bazen bir film, bazen bir dost, bazen bir çift güzel söz.. Sadece biri yeterken gülümsememe, şans benimleydi ki, bugün hepsi benimleydi. Teşekkür ederim Tanrı'm.
Bugün çok güzeldin 13.10.2010
Bugün çok güzeldin İstanbul,
Bugün çok güzeldin Djarium Black,
Bugün çok güzeldin Mammuth,
Bugün çok güzeldin Elif,
Sevgiyle.
2 Ekim 2010 Cumartesi
Şarkıdan Plaster..
Bazen daha müziğini duyar duymaz iç geçirdiğim şarkılar var. Aklımdan geçenlerin jeneriği gibi. Hatta daha çok jeneriğe uygun şeyler geçer aklımdan.
Şarkıların yeri yara bandı gibidir bende. Bir yerim kanamıyorsa oraya bant yapıştırmam. Yapıştırsam bile o küçük tedavinin huzurunu hissedemem. Gerçek yaraların üzerine şefkatle oturan bantlar kadar olmaz hiçbiri.
Şarkılar da öyle. Bana iç geçirtirken oturuyorlar yaralarımın üzerine. Gözlerim takılıp da bir noktaya, kitleniyorsa aklım bir anıya, bir adama; o şarkı yapışıyor demektir o anının sancısına.
Tekrar tekrar dinlerim işte o şarkıyı. Kabuk tutunca da yaram, çıkarırım yarabandımı. Yeni bir anı, yeni bir acı oluncaya dek unuturum sancımak nedir bir şarkıda. Umursamam şarkıların şefkatlediği anılarımı.
*Teoman - Mektup:
http://fizy.com/s/1ajewr
26 Eylül 2010 Pazar
Deniz Diyor ki..
Bir denize ağır gelir mi üzerinde yüzen gemiler..
Biter mi balıkları içtikçe suyunu
Gel ve git, hatrın kalır bende
Giderken oluşturduğun kabarcıklar kaybolana dek..
'Bir denize yarşır mıyım' diye sor kendine.
Ne küçüksün değil mi, ne aciz. Böyle buldun cevabı.
Korkarsın bir coşarsam..
Tanrı'yla konuşup kıyılar dilersin kendine
Ve sakinsem çarşaf gibi;
'Aşk' yazan göğsümü açıp nazlı nazlı salınsam
Bırakıp gidersin başka denizlere.
Hem tutkularım korkutur seni
Hem aşkım çeker kendine.
Beğenmezsin limanlarımdan birini
Ya da bağlanmanın ince cilvelerini.
Dinlemelisin, deniz diyor ki,
'Gemiysen denizinsin.
Ya limanımda yaşarsın ya derinlerimde ölürsün
Hırçınlığımla seviş ve sakinliğimi al koynuna
Bensiz yüzemezsin, sensiz yalnızım
Sevgili(ni)m'
17 Haziran 2010 Perşembe
Limanım Ben..
"Ben kırılmış olamam, olsam da geçer; unuturum nasıl olsa. Yahut üzülmüşsem üzülmek istemişimdir, bu başka kimsenin kabahati olamaz. Susuyorsam kızmışımdır; mutlaka aynı şekilde karşılık bulmalı bu hareketim. Hiddetle karşılaşırsam sakin olmalıyım, dindirmeliyim kızgın sohbeti. Ben kızarsam ipler kolayca kopar çünkü ben böyle istemişimdir..."
Beni böyle karıştırmanıza ne gerek var ki hazır siz de istemiyorken benimle olmayı. Evet, ben limanım, siz de gemilerimsiniz. Her koşulda alır sizi bağlarım babalarıma, basarım bağrıma. Ama bu merhametime karşılık, bana vura vura gidişleriniz canımı yakmakta.
Arkanızda bıraktığınız limana verdiğiniz hasar umrunuzda olmayabilir. Lakin her vuruşunuzda siz su almaktasınız, bir bilebilseniz..
Ben de incinebiliyorum. Ve her incinme, sizin artık bağlanamayacağınız bir babamı söküp alıyor göğsümden. Kalabilmeyi bir deneseniz halbuki.
Sevgiyle..
6 Haziran 2010 Pazar
Adam Dediğin..
Adam dediğin, içini açacak kadının. Bir bakışıyla anlatacak hiddetini, elleriyle temizleyecek sevgisinin kirlerini..
Adam dediğin, öyle sahiplenecek ki kadını, salt kıskanma değil de, kadının adı geçti mi bir cümlede yüklemi olacak o tümcenin mesela..
Sevecek adam dediğin, yalan söylemeden.. Herkese piç gibi davransa da sana duru olacak..
Bir adam, kaybetmeye korktuğun.. 'Onsuz yaşamın ölüme eş olduğu' anlamı yüklenecek bir adam.. Onun olacaksın işte. Tüm geçmişi örtüp gelecektekileri görmezden geleceksin..
Değer verecek adam, elini tuttuğu kadına. Lakin bunu diğer erkeklerden sakınarak belli etme acizliğine başvurmadan hissettirecek ki, kadın bilebilsin bir eşyadan farklı olduğunu..
Ve bir adam.. Bilecek yerini. Gitmişse ya da kalmışsa yüreklice yerine getirecek o durumun gerektirdiklerini; adamsa! Ne büyük yürekler gördü kadın, bilir kim daha adamdı. Bu yüzden, ilk önce kendini kandırmayacak adam dediğin..
Bu bir ütopyadır.
Sevgiler..
25 Mayıs 2010 Salı
Eski Radyo..
Ben senin üstünü örttüm genç adam, zamanın tozu çöktü üzerine. Kaldırsam şimdi örtüyü, alsam tozunu hafif hafif.. Yenilenir misin sanki..? Tavan arasında kalmış bir radyo tahayyül et. Vaktiyle ne çok eğlendirmişti sahibini. Yıllar sonra çıkarılınca salon süsü olmaktan öteye geçebilir mi? Eski tatlı günleri hatırlatır yalnızca..
Salonda ya da tavan arasında.. Bulunduğu yer önemsizdir verdiği duyguyu hissetmek için. 'Varlığı süs, yokluğu farkedilmez.'
Şimdi sevsem seni yeniden, bana yeni şarkılar mı söylersin? Eskimemiş midir sanki notaların.. Alışılmış, unutulmuş frekansların..
O eski radyodan gelen sesleri dinleyip şaraplarım geçmişi ben. Şarap yakışır zira eskimiş günlere.. Sen de her yudum şarap gibi kalmalısın geçmişte.. Biraz acı, biraz ekşi ve mayhoş..
Şimdi, eski radyoyu kapat genç adam.. Dem'in geçti nihayet..
7 Mayıs 2010 Cuma
Hiçbir..
Hani, denizde dalga olur da deniz otobüsü o dalgayı keserek geçmek zorunda kaldığında karın boşluğun gıdıklanır ya, işte o anki heyecandın benim için.. Öylesine tatlı, hoş bir his; geçmesin istediğin ama birazdan geçeceğini bildiğin bi gıdıklanma..
Seni ne çok tasvir ettim benim için ne ifade ettiğini anlatırken.. Hiç birini üstüne alınmadın değil mi? İşte ben de o 'hiçbir'den biriyim. Beni de hiç alınmamıştın üstüne..
Ve sen hayatımdaki karabataklarımdan biriymişsin sadece.. Henüz tanımadığın ne çok dalgam vardı halbuki..
28 Nisan 2010 Çarşamba
İlk Defterim'e Mektup..
Merhaba Sevgili.. Eski Sevgili..
Nasılsın görüşmeyeli? Neler değiştirdin benden sonra hayatında..?
Beni soracak olursan 'iyi'yim. Tatlı bir sonun ardından soğuk bir bekleyiş atlattım. Dostlar tuttu elimden ısınırken, benimse başım hep biraz arkaya dönüktü. Hala pervasız bir aptal olsaydım bedenimi de döndürüp geriye, koşardım geçmişe. 'Bilmek' gerçekleri, yalnızca gözlerime söz geçiremedi işte, herneyse..
Bugün farkettim ki sen, benim ilkokuldaki yazmayı öğrenme çabamdın. Kalem tutmayı yeni öğrenmiş, hevesle çiziktiriyordum harfleri defeterime. Giderek daha güzel yazıyordum, kalem yakışıyordu elime. Yazmayı geçekten öğrendiğimde defterimin 'son' sayfasına gelmiştim.
Yazmak hoşuma gitmişti, evet. Ve, bana öğrenmeyi bağışlayan o ilk defter de bitmemişti gerçekte.. Başlangıçtı o.. Bir ilkokul çocuğunun aptalcasına saf azmiyle dolu o defteri kapattım ben de.
Daha yeni defterlerim de olacaktı, daha güzel yazılar da yazacaktım ama yazmayı öğrendiğim o 'ilk' defterim olmayacaktı hiçbiri. Evet, daha düzgün yazacağım diğerlerine, ama 'sana' yazdığım çarpıklıkta sevimli olmayacak hiçbiri..
Sen benim o ilk defterimdin öğrenmeye çalıştığım çiziktirmeyi.. Kaybettim seni, sana tüm yazdıklarımla..
Sen o defter gibi sessiz ve beyazdın. Ben çırpınırken sana yazmayı öğrenmek için, yalnızca baktın bana sakince. Ve tertemizdin yeni bir başlangıç için. Ben kirlettim seni gereksiz yalpalayışlarımda..
Ama bilmeni isterim ki,hayatımda ilk defa bir şeyi kirlettiğim için pişman olmadım. Şimdiye dek gördüğüm en tatlı kirli şeydin. Kirlenmek her an güzeldi zira..
Şimdi diyorsan eğer 'ben neymşim..!' diye, şaşırman mümkündür. Çünkü 'benim gördüğüm sen'sindir anlattığım..
Ellerini özleyeceğim,
Hoşçakal..
11 Nisan 2010 Pazar
İstanbul'a Satıldım..
Bugün yolun kenarında papatyaların içinde beline kadar gömülmüş bir adam gördüm. Demet yapıyordu beyazlardan.. Bir sağdan koparıyordu, bir soldan.. Satmak için mi topluyordu yoksa birine armağan mı edecekti, bilmek istedim. Bu bilinmezlik hoşuma gitti. O adamı sevdim..
Yapmak istediğimi yapmakta tereddüt ettiğimde diğer insanların fikrini önemsemediğim zamanlar geldi aklıma. Papatyaları toplayan adamda o pervasızlığı gördüm. Bi kere daha sevdim onu..
Sonra, köprüden önceki son çıkışa ekilen mor çiçekleri gördüm. O kadar güzellerdi ki gözden kayboluncaya kadar izledim o manzarayı. O mor çiçekler cennete uzanan bir yol gibiydi yalnızca benim farkedebildiğim. Ben o yolu bilerek terketmiştim, geç kalmıştım randevuma. Aklımda bir güzellik olarak kaldı sadece. Doğru zamanda doğru yerde olmayı reddettim belki de, herneyse..
Biraz ilerleyince, Boğaz'ın o ışıltılı güzelliğini izledim. Bana milat öncesinden gelen İstanbul şiirleri söyledi o anda Boğaz.. Bir kez daha aşık oldum ona.. Yanımızdan geçen bir arabadaki amca burnunu karıştırıyordu. Gülümsedim :) Komik olan amcanın vaziyeti değil, insanların bu güzelliği farketmeye algılarının kapalı olmasıydı.
Akabinde, İstanbul'dan ayrılma düşüncesi aldı benliğimi.. Nasıl yapabilirdim bunu bilmiyorum. Bu işkencelerin en eziyetlisi olurdu.. Argo kelimeler pelesenk olsa da dilime, şehvetli kelimeler telaffuz etmem pek. İşte, İstanbul için yıkılan bir tabu: "Hayatım İstanbulla sevişsin istiyorum.. Ömrümün sonuna kadar onu arzulayacak biliyorum.. Ne kadar sahip olursa o kadar korkacak İstanul'u kaybetmekten ve sahip olamazsa da en büyük tutkusu, rüyası olacak kuşkusuz.."
Ah bu bendeki İstanbul sevdası, benliğimi söküp İstanbul'a satıyor habersizce benden..
Bu güzel şehre sevgiyle..
Suskun Duvar..
Nasıl bir insansam ben.. İnsanları hep kırıyorum, üzüyorum.. Kardeşim bugün,"Neyin var senin, uzaylı gibi bakıyorsun" dedi bana. Sanki bir iki tane uzaylı görmüşlüğü var keratanın.. Bunu bana kardeşim söylüyor; en yakınım..! Bana ne olduğunu görebilseydim; keşke ruhumu bedenimden ayırıp kendime ne yaptığımı izleyebilseydim dedim bu gece..
Şu anki haliyet-i ruhiyemden kimin haberi var ki.. Öyle küçük şeylerle geliyor ki insanlar bana, yavaş yavaş çürütüyorlar an'ımı.. Birden büyük darbeler indirmiyorlar hayatıma; küçük vidalar çakıyorlar.. Onların duvarı olmak zorunda olmadığım halde susuyorum. Yüzeyimde raptiye çakıcak kadar bile boş yer kalmadığında susuşumun kutsal yanını görürler sanıyorum.
Susmalı mıyım? Onların duvarı olmalı mıyım? Enerjimi emen insanlara katlanmalı mıyım? Cevabımı biliyorum ve susuyorum..
Geçerken hayatıma uğrayan kişilerin ayak izlerinin kalıcı olmayacağını biliyorum. Ama beni gerçekten tanımayan bu insanların bana kızıp bağırıp çağırmasından da sıkıldım..! Artık böyle küçük şoklar için elverişli değil kalbim.. Zira kimseyi mutlu etmek zorunda olmadığımı, zaten herkesi memnun etmenin imkansız olduğunu öğreneli çok oldu..
Sevgiler hayat..!
28 Mart 2010 Pazar
Gökkuşağı Aşklarına..
"Keşke gerçek olsa o adamın dileği, Gökkuşağının altından geçenin Üstü başı renk olsa.
Gökkuşağı bile gerçek değil halbuki", dedim..
"Niye?" dedi dost.
"Geçemezsin ki altından" dedim "Oysa küçükken öyle kandırmadılar mı bizi..
'Gökkuşağının altından geçerken Ne dilersen gerçek olur' demediler mi!
Geçemezsin çünkü. Çünkü isteklerin gerçekleşmez.
Çünkü senin isteklerinden önce hayatın dayattıkları vardır sana
Sana, dilek dilemek bile imkansız kılınmıştır
Bir gökkuşağı altında"
"Ulaşılamıyor olması değil mi onu güzel kılan?" dedi dost.
"Evet, imkansız olan güzeldir. Ve gökkuşağının imkansızlığı başka güzeldir" dedim
"Uzaktan beğenirsin renklerini de,
Yakınına gittin farzet, dedim..
Renkleri piksellere ayrıldığında görmezsin o ahengi.
Onu uzaktan seyretmeyi tercih edeceğini anlarsın
Ve bir sır gibi saklarsın:
'Gökkuşağı, yakından renksizdir'
Ama soranlara o güzeldir dersin.."
Sevginin yağmurunda vukû bulan
İmkansız aşklara,
Sevgiyle..