Ailenin küçüğü, muzur bir çocuksun; yanakların al al, gözlerin pırıl pırıl. Tüm yaramazlıklarına rağmen o kocaman, tertemiz kalbinle "çocuksun" işte.
Bayramlarda en çok şekeri toplayan, okul dönüşü üstü başı en çok kirlenen, yemeğini döke saça yiyen sonra da annesine masum masum bakıp yanağına tüm yaramazlıklarını unutturan kocaman bir öpücük bırakan çocuksun.
Uyumadan önce enerjisini oyuncaklarına seve seve veren, bir daha sesini öyle doyasıya kullanamayacağını bilmeden çığlık çığlığa bağıran, şarkılar söyleyen ve tüm çocukluğunla, pembe yanaklarınla sızıp büyük düşlerine daldığın minik dünyanda kocaman yürekli çocuksun.
Eski püskü bir oyuncağın var. Onu öyle önemsiyorsun ki kırılacak diye oynamaya kıyamıyorsun, o kadar!
Bir gün eve geldiğinde oyundan, hem de öylesine güzel bir gün geçirmişken, göremedin onu. Kaybolmuş. Sen evde yokken, her ne olduysa artık; temizlikçi mi kırdı, başka çocuklar mı aldı, sen mi kaybettin -ki bu imkansız-, yoksa o mu gitti, bıktı mı senden? Yok işte şimdi.
Ne kadar yaramaz, ne kadar umursamaz olursan ol, o senin kendi dünyanda özeldi sana. Senindi. Koruduğun kolladığın, sebebini bilmeden yitirdiğindi. Kaybının kalbindeki yarası, uyumadan önce allanan yanağında kurudu, gördüm çocuk!
Ve arabalar alındı, rengarenk balonlar, ayakkabılar, ve nice teselli armağanları.. Aklın ve kalbin onda kaldı biraz. Sonra geleduran yeniler avuttu seni bir nebze. Gülümseyebildi çocuk yüzün. Gülümseyebildi nihayetinde ama, hatırladıkça sebepsiz kayboluşunu o özel oyuncağının, dalıp gittin çocuk, gördüm!
Zaman aktı, yeniler geldi ve hep gitti, kayboldu bir şeyler, birileri.. Onun kadar acıtmadı, onun kadar uzaklara baktırmadı hiç biri; yaşadım çocuk!
Boş ver diyemem o yüzden sana! Biliyorum, salakça gelir sana bu fikir. Yaramaz, umursamaz ve al yanaklı çocuk, yaşadım ben de! Kayboldu oyuncağım benim de..!
05.03.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder