13 Eylül 2011 Salı

Diskalifiye..

Hala nedenini düşünüyor musunuz, insanın sahip olamadığını almaya çalışmasının? İnsan zekidir, zaten onun olan bir şeyi neden daha fazla kazanmak istesin ki. Büyütmek ister kendini, yenilemek hatta. Daha fazla ister, çünkü açtır insan.

Bir çocuk ne kadar süre oynar bir oyuncakla, eni sonu bozulur elbet ya da faydalı diye ıspanak yer misiniz her gün? Onu da Temel Reis yapar anca.

Lütfen şaşırmayın. Aldatılmış biri olmak istemiyorsanız, durumu fark edin. İnsanların ’elde var 1’i olmayın. Yoksa Teoman’ın da dediği gibi, ‘şampiyon sanırken kendinizi, diskalifiye oluverirsiniz.’

Sevgiler.

25 Ağustos 2011 Perşembe

Yatak Odası..


Cem Adrian gay miymiş? Mor ve Ötesi de gay miymiş? Demet Akalın çift cinsiyetli miymiş? Özcan Deniz metroseksüel miymiş? …

Napıcaksın? Hepsini teker teker deniycek misin? Seni niye bu kadar ilgilendiriyor o insanların yatak odaları? Onlar seninkini merak ediyor mu? Ne zaman hangi kızı dikizlediğini merak ediyorlar mı? Hangi aralıklarla porno izlediğini soruyorlar mı? …

Sana ne?

Sen bu insanların söylediği şarkıları dinliyor musun? Vay be dedirtiyor mu sana sözleri şarkılarının? sevmesen bile görünce dikkat kesilmiyor musun o kaka dediğin kadınların vücütlarını?

Sus o zaman. O kadar beğenme kendini. Kimse tam değil bu yeryüzünde.

12 Ağustos 2011 Cuma

Bir İnsanı Anlamak..




Bir insanın hissettiği bir duyguyu, söylediği tek bir şeyden anlayamazsın. Saatlerce anlatsa bile bilemezsin tam olarak onun için ne ifade ettiğini.

Eğer kendini ifade etmeyi seviyorsa çeşitli şekillerde, hepsini takip edersen.. Belki, anlayabilirsin ama belki. Facebook iletilerine, fotoğraflarına, paylaşımlarına, twitterına, tumblrına,bloguna bakman gerek. Hangi tarihlerde hangilerini yazmış, hangileri birbiriyle ilişkili… anlaman gerek. Yapamıyor musun, yapmıyor musun? öyleyse hiç sıvazlama sırtını, sessizce kaybol.

Bir puzzle’da sadece bir saksıyı tamamlamak ne kadar zaman alır biliyor musun, belki haftalar. Bir insanın hissettiği bir şeyi anlamanın 1 saatlik bir şey olduğunu düşünme sakın. Sakın.

Biliyordu Zaten Kadın..




Önce tüm çekingenliği ve saflığıyla sevdi kadın.
Kırıldı, kızdı, kıskandı, küsüp gitti
Geri geldi sonra.
Sevdi çünkü adamı.
-Ya da öyle sandı-
Sustu bazen kadın,
İstedi ki, adam neden sustuğunu merak etsin.
Adam merak etmedi.

Kadın yine konuştu,
Sevmişti çünkü adamı.
Yıkanmıştı onda hiç değilse,
Temizlenmişti duyguları.

Herneyse, bir gün başka bir kadın
Susunca, adam onun neden sustuğunu merak etti.
‘Kim’ diye sormadı kadın, ‘merakını kazanan bu kadın?’

Anılarını tokatlayarak susturdu, kimilerini okşayarak.
Yine de seve seve, örttü üzerini her şeyin.

Biliyordu aslında en başında kadın.
‘Zaten en çok da buna ağladı’, dediler.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Etiketlemek Boş İnsan İşi..


İnsanlar etiketlemeyi çok seviyor. Sizi bir kere bir erkekle gülerken mi gördüler, siz ‘hafif bir kadınsınız’. Sizi birkaç kez temizlik yaparken mi gördüler, ‘temizlik hastasısınız’. Birkaç kez onlara doğruyu pat diye mi söylediniz, öyleyse ‘kötüsünüz’ ve bu sayede hiçbiri sizi sevmez.

Neyseki, insanların ne düşündüğünü umursamayalı baya oluyor.

Atalar boşuna dememiş, ‘doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’ diye, çünkü insanlar çok eskiden beri yanlış olana itibar göstermişler. Bana bunun doğru olmadığını söyleyecek olursanız, size birkaç kanıt bulmam gerekecek, o zaman da tezinizi çürüttüğüm için benden hoşlanmayacaksınız. O yüzden yapmayın.

‘mineyi, x,y,z dışında kimsenin sevdiğini zannetmiyorum’ diyen kişiye ‘sana kaç kişi bayılıyor topragım’ demek isterdim ama bu beni yine antipatik yapar. En iyisi bırakayım, insanlar biraz daha etiketleme üzerine çalışsınlar.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Virüs İçinizde..


Aslında söyledikleri şeyleri sonuna kadar dinleyeceğinizi vaat ettiğinizde, insanlar size kesinlikle katlanabiliyorlar. İster ter kokun, ister aç olun, isterseniz toplumun diğer tabakasından biri, ne olduğunuz ve nasıl olduğunuz onların sözü bitene kadar dikkatlerini pek çekmez.

Sözleri bitince,ki bu bazen oldukça uzun sürer, sizi fark ederler ve aslında dile getirmeseler bile gözlerinden okursunuz akıllarından geçeni: "Tanrım bunca şeyi ben bu herife mi anlattım.."

Pis düşüncelerini, gizli günahlarını bile kıskanırlar eğer onların alıştığı gibi değilseniz.

Bir hayat kadınıyla birlikte olduktan sonra onun yüzüne bile bakmadan, parayı sanki virüslüymüş gibi çabucak bırakıp orayı terk etmeleri de buna benziyor böyle insanların.

Birileri söylemeli, 'Virüs sizin içinizde'

17 Temmuz 2011 Pazar

Huzur..


uzun zaman sonra merhaba sevgili blog. yaşadıklarımı, hissettiklerimi sana yazdığımı birkaç arkadaşım biliyor. onlar da çok fazla ilgilenmiyorlar bildiğim kadarıyla.

bugün sana ergen tribini andıran bir şeyler yazacağım. belki de yarıda keserim. bazen olaylar üzerine fazlaca düşünüp yorum yapmak canımı sıkıyor.

bugün saçma sapan bir konu üzerinden sinirlenip sesimi yükselttiğimden büyük ablam ağladı, küçüğü de bana bağırdı. annemse 'bulunmaz hint kumaşı olmadığımı, 2 gündür herkesin huzurunu kaçırdığımı' söyledi. ve bunun gibi şeyler. bütün gün ruh gibi dolaştım. gerekli olmadıkça konuşmadım; o da bazen bir, bazen iki kelime.sinirimden bütün evin camlarını sildim. evdeki fotoğraflarımı kaldırdım -ki ben yokken de huzuru kaçmasın evin-.

afrikaya bile olur, burdan gitmek istediğimi farkettim. hiçbirini özlemiyeceğime eminim.

neden sinirliyim bilmiyorum. bilerek böyle yapmıyorum. elimde değil. mani olamıyorum. zaten arkamı döndükten sonra unutuyorum. ama böyle izler bırakınca unutmak pek kolay olmuyor. bugün ne birinin gözyaşları ne de öbürünün bağırtısı acıttı canımı. acıttı ama en çok '2 gündür herkesin huzurunu kaçırdın' cümlesi üzdü beni. vay be diyor insan.

neden 2 gündür huzur kaçırmışım?

dün büyük ablam ve kızı, küçük ablam ve kızları, annem ve ben sahile gittik. orda gezindik fotoğraf filan çektik. böyle ufak bir tepecik ilerisinde havayla şişen oyun alanı olur ya, çocuklar içinde zıplar filan. küçükler oraya gitmek istedi. küçük ablam da yorulunca siz gidin biz burda bekleyelim dedi ve kendi küçükleri ile büyük ablamın kızıyla oraya gittik. annem ve iki ablam bizi aşağıda bekleyeceklerdi.

fakat kızlar oyun alanını küçük buldular ve annelerinin yanına dönmek istediler.geri dönerken bir tanesi aniden gözden kayboldu. annemlerin olduğu yere geldiğimizde ne annemler ne de küçük oradaydı. adını bağıra bağıra sanırım bi 3-4 dk aradım. sonra ufukta küçük ablam el sallarken göründü. 'gelin gelin' diyerek. meğerse kız annesini görmüş yanlarına gitmiş, annemlerse bulundukları yer rahatsız diye deniz kenarına gitmek istemişler.

çok sinirlendim. bu duygunun nasıl bir şey olduğunu bilemezsiniz. size emanet olan bir çocuğun gözle kaş arasında kaybolması nasıl bir duygudur, yaşamadan bilmeniz mümkün değil. 'ya kaçırıldıysa, ya kaybolduysa, ya bi yere düştüyse sesimi duyamıyorsa, ben ablama abime ne diyeceğim..' korkulu cümleleri sırayla aklımdan geçiyordu deli gibi. çok korktum. deli gibi korktum. ve çok tepki verdim. annemlere oldukları yerden ayrıldıkları için bağırdım, bu çocuk niye beni beklemiyor diye kıza kızdım aptal diye bağırdım. evet yaptım. tanımadığım insanların arasında bunları söylemekten de utanmadım. bu utanılcak bir şey değil.

ya çocuk gerçekten kaybolsaydı ya kaçırılsaydı, o zaman acaba Adolf'cum,'ne bağırıyosun ki burda işte çocuk' gibi kayıtsız ve umursamaz bi cümle kullanabilir miydi? umarım sevgili yeğenlerim hep güvende olurlar. ama birgün birini kaybedersen, dilerim ki sen sakin kalabilirsin.

bu konuda annem ve büyük ablam beni haklı görmüşler. NE BÜYÜK LÜTUF. ama ağızlarını açıp da Adolf'a 'aa evet kız mineyi beklemeliydi, kızmaya hiç hakkın yok' demedi. ama ben 25 yaşına da gelsem küçüğüm ya, her hareketimde uyarıyı görmeli, cezayı çekmeliyim.

geçen sefer ağlama krizine girmeme sebep olan bir diğer bağrışında bir yazı yazmış, fakat yayınlamamıştım Adolf'cum. burda yayınlamak istiyorum:

"İnsanın birilerine minnet borcunun olması, olmasa bile öyle hissetmesi; bok gibi bi durum. abla duyuyor musun bak bok diyorum. bok göt kıç filan.

bilmezsin. nerden bileceksin ki. sen hep kendini büyüttün. sonra da beni. bir anne kadar eğildin üzerime ve bu, üzerimde hak sahibi yaptı seni kendiliğinden.

sen hiç bilmedin bu durumun ne kadar can sıkıcı olduğunu çünkü senin üzerinde hak sahibi olan sadece annem ve babamdı.

sen benden pamuk olmamı bekledin. çalılarımın arasındaki pamukları görmek yetmedi sana hiç bir zaman.

beni daima ‘düzeltmek gereken bozuk şey’ olarak görmendense, kardeşin olarak kabul edebilmeni yeğlerdim. ama insan bir süre sonra yapamıyor bazı şeyleri. sen de haksız sayılmazsın.

ben, senin bana söylediğin şeyleri günlerce düşünüp sana karşı kinlenmedim, senin bana yaptığın gibi. götümden anlamadım söylediğin şeyleri. en muhtemel olasılıkla içime atmışımdır. o da bir keresinde mideme vurup beni hasta etmişti. o zaman da ilaç vermemiştin. kendi kendine geçmesi daha iyimiş hastalığın, sen bıkmıştın çünkü doktorlara gide gide. öyle yapmıştık, evde kendi kendine geçmişti 2 haftada.

beni diğer insanlardan daha çok tanımanı isterdim. ama sen de diğer pek çokları gibi kendi aklındaki mine’ye göre şekillendirdin durumları.

hülasa, sayende edindiklerimi ve bana yıllarca sağladığın yardımları yok sayarak nankörlük edecek değilim. ama senden gördüğüm ve göreceğim ne varsa annemden babamdan görmeyi çok isterdim. çünkü o zaman sadece ablam olurdun. "


yani, bugün de dediğin gibi, hep kötü şeyleri söylemiyorum. aksine, benim unutmak gibi bir problemim var bu gibi şeyleri. düşünerek kendini rahatsız eden sensin.

sana gelince B. Ablam, ben senin yüzünden böyle olmadım, üzülmene ağlamana gerek yok. benim doğuştan böyle olduğumu herkes biliyor. kimse özünü inkar etmemeli.

ve anne, hepinizi bir gün huzura boğacağım, merak etme.

'mine niye durgunsun böyle, bir şey mi oldu?' dediğinde seni sadece 'boşver' diyerek geçiştirdiğim için özür dilerim baba. anlatsam ağlardım. artık ağlamak istemiyorum.



27 Ocak 2011 Perşembe

Özledim..


Nerede kaldın, artık dayanamıyorum

Gözlerim kurudu, yüzüm hala ıslak yokluğunda geceleri.

Seni beklemekten değil şikayetim,

Özledim..


Burası sert ve soğuk,

İnsanlar laubali ve çıkarcı.

Öyle üzüyorlar ki zaman zaman, yokluğuna kahrediyorum.

O olsa diyorum, o olsa girerim koltuklarına,

Ağlarım omzunda, öper beni; unuturum herkesi.

Ama geliceksin biliyorum.

O yüzden onlara kızdığımda bile yalnız seni özlediğim için ağlıyorum.


Kitap okurken bazen satırlarımdan geçiyorsun

Hikayenin ucunu kaçırıp seni kovalıyorum.

Uyurken hissediyorum uzağımda olmadığını.

Gülerken, diyorum o olsa o da gülerdi, birlikte gülerdik.

Ben düşerken tutardı, gözü kapalı sever çünkü beni

Geliceksin bigün, sen de beni özledin biliyorum.

Çıkarsız sevgimi özledin,

Karşılıksız özen göstermene hasretim.


Burda insanlar seviverip gidiyorlar.

Kalmanı özledim.

Herşeyi bir yana itip elinin tersiyle, benimle kalmanı özledim

Ama biliyorum geleceksin, çok uzak değil buluşmamız.

Üzmezsin ki beni.

Sen en kıymetli olan, sana kıymetli kalınansın.

Seni özledim.


Gelecek Sevgili'ye..

26 Ocak 2011 Çarşamba

Sevgi Mezarlığı..


Sevgi aslında her seferinde bir çukur kalpte.. Sizi sevmeye niyetli herkes elinde küreğiyle gelir size. Ve her bir hamlesinde kalbinizden bir parçayı koparıp boşluklara yerleştirir kendini. Sizi ne kadar çok seviyorsa ya da siz onu ne kadar çok seviyorsanız, o kadar derin kazar çukurunu. Ve ya kazmaz; sığ bir köşe yeter kimilerine bazen..

İşte, senin de kalbinde çukur kazan herkes, bir gün bir sebepten gider hayatından. Onun yerini, o gidenlerin yerini, doldurmaya çalıştığında nasıl da yalpaladığını hatırlıyorsun değil mi?! Kimse, bir başkasının açtığı çukuru dolduramaz. Kaldı ki sen gidenin yerini değil, gidenin senden kopardığı parçaların yerini doldurmaya çalışmıştın. Ona verdiğin parçaların, artık onun da umrunda olmayan parçaların..

Ve sana kürekleriyle yeni gelenleri neden sevemediğini düşündün mü hiç? Kalbinde açılmış sayısız boşluğu, tek kişinin doldurmasını bekledin. Hazır çukurlara yerleşmenin onun için kolay olduğunu mu sanmıştın, yazık.

Burda hata yok. Gözyaşı hep var, ama geriye akar. Çukurlarının yaşla dolması bundan. Burası sevgi mezarlığı; çukurlar var, ölüler firarda..