28 Mart 2010 Pazar

Gökkuşağı Aşklarına..


"Keşke gerçek olsa o adamın dileği, Gökkuşağının altından geçenin Üstü başı renk olsa.
Gökkuşağı bile gerçek değil halbuki", dedim..

"Niye?" dedi dost.
"Geçemezsin ki altından" dedim
"Oysa küçükken öyle kandırmadılar mı bizi..
'Gökkuşağının altından geçerken Ne dilersen gerçek olur' demediler mi!
Geçemezsin çünkü.
Çünkü isteklerin gerçekleşmez.
Çünkü senin isteklerinden önce hayatın dayattıkları vardır sana

Sana, dilek dilemek bile imkansız kılınmıştır

Bir gökkuşağı altında"


"Ulaşılamıyor olması değil mi onu güzel kılan?" dedi dost.
"Evet, imkansız olan güzeldir.
Ve gökkuşağının imkansızlığı başka güzeldir" dedim
"Uzaktan beğenirsin renklerini de,

Yakınına gittin farzet, dedim..

Renkleri piksellere ayrıldığında görmezsin o ahengi.

Onu uzaktan seyretmeyi tercih edeceğini anlarsın

Ve bir sır gibi saklarsın:

'Gökkuşağı, yakından renksizdir'
Ama soranlara o güzeldir dersin.."


Sevginin yağmurunda vukû bulan
İmkansız aşklara,
Sevgiyle..

25 Mart 2010 Perşembe

Hayatın Anlamı..


"Bütün gün play station oynamak.. hayatın anlamı budur işte.." dedi çocuk annesine.. Annesi, "Bu mudur sence hayatın anlamı?! Hayır, hayatın anlamı, çalışmak iyi bir gelecek hazırlayıp ileride rahat etmektir" dedi.. Bu, annenin kendi hayatı ve oğlu için güdtüğü anlam olabilir ama çocuk anlamlı bulmuyordu işte..: "Öyle midir?" dedi tereddütlü bir sesle. Şefkatle onayladı annesi..

Hayatın anlamı, salt gelecekte rahat etmek değildir bana kalırsa. Hayatın anlamı, küçük ancıkların büyük huzurundan ibarettir aslında.. Deniz kıyısındaki yosun kokusunda ve denizin huzurlu ninnisinde; sevgilinin gözlerinde -bazen ayrılığın soğuk hali, bazen vuslat sevinciyle bakan-; duyduğun bir şarkıda; gördüğün bir rüyada; bir şey başarmakta -kek yapmakta mesela-; bazen sokakta uyumakta ya da tanımadığın birine tebessümle bakmakta..

Bazen ince uçlarda yürümekte, kararsız kalmakta;ağlamakta ve düşüncelerde boğulmakta; bekleyişlerde, gelmeyişler ve gitmeyişlerde.. Bir şehri özlemekte; bir şehri gözlemekte..

Hayatın anlamı; aslında gün içinde yaptığımız yapmadığımız, yapmayı düşündüğümüz ve yapmayı düşünmediğimiz her şeyde.. Bir tercih söz konusu olabilmişse eğer, geri kalanları ayıklamaktır hayatın anlamı. Tıpkı bir paket mercimekteki taşları ayıklayıp temiz bir mercimek yemeği pişirebilmek gibi.. Tercih nedir? Mercimekten taşları mı, yoksa taşlardan mercimeği ayıklamak mı?

24 Mart 2010 Çarşamba

Dost'a..


Hep kendisiyle yürüyeceğini bildiği ne kadar az yazkını vardır kişinin.. Ve onları ne kadar nadir farkeder hayatın akışında.. An'ı görmeyi bilen biri olarak, onları da gördüğüme inanıyorum ve onları nasıl yürekten sevdiğimi hissediyorum..: kalkan olurcasına önlerindeki kötülüklere..

Dahası, kişinin arkadaşlarının niceliğinden öte niteliği önemli değil midir..? Mesela, dişimde maydonoz olduğunu bana haber vermeyen bir arkadaşın samimiyetinden şüphe ederim ben..

Ne düşündüğünü gözünden anladığım, sesinin tonundan gerçek düşüncesini yakaladığım, kalbini bildiğim ve gülüşünü sevdiğim dost..! Hiç aynaya bakmadan giyinsem ve makyajımı gözbebeğine bakarak yapsam, eksiksiz hazırlanabilirim..

Biz; birlikte gülüp eğlenebiliyorsak, birlikte üzülüp kızabiliyorsak, aynı şeylere şaşırıp benzer şeyleri seviyorsak.. Sohbet ederken kelimelerimiz vakti susturuyorsa ve saat dili bağlı, gözleri dehşet içinde ilerlemiş bakıyorsa bize..

Birbirimiz için istediklerimizde iyi niyet hakimse hep.. Birbirimize kızdığımızda ya da kırıldığımızda bunu söyleyebiliyor ve sorunu çözebiliyorsak -atmıyorsak içimize, kinlenmiyorsa yüreğimizde yanlış anlaşılmalar..-; kalp ağrılarımız, sevinç gözyaşlarımız birbirimizin yüreğinde aynı anda pırıldıyorsa..

Kitaplarda, şiirlerde, şarkılarda bir parça varsa birbirimizden.. Ortak noktalardan kocaman minik bir dünya kurmuşsak kendimize, ayrılıklarımızı şefkatle kabullenmişsek..

Kendimi şanslı hatta çok şanslı hissetmekten alamam inan ki.. Şimdi:
"Yapraklar yatağın olsun
Kırlangıçlar arkadaşların
Büyük aşklar hep senin olsun
Hem zaten boşu boşuna
Başkalarında duruyorlar.."
Sonsuza uzansın bu şarkı sen her sabah uyanırken sadece senin için..
Dost'a sevgiyle..

21 Mart 2010 Pazar

Bebeler Sigara İçerse..


İlk dinlediğim anda, Gripin şarkıları üzerimden geçti adeta.. Bezgin ve huzurlu bir tat var vücudumda.. Gözlerim mayhoş bakıyor hayata, mutlu..

Tam da bu hazzın üzerine Galata'da durmuş ufka doğru tüttürürken biz siyahı, bir bebe damladı yanımıza; ateş istedi zavallı.. Çakmağı ağzının ucuna getirince büyüdü sandı. Oysa becerememiş yakmayı, bu sefer arkadaşı vardı yanımıza; tekrar çakmak istedi. Aldım elinden tek yaprağı, yaktım dostun sigarasının ucundan; verdim bebeye. Şaşırdı..

Sonra tekrar gelip "bu sigara ruj olmuş, başka sigara ver" dedi. "Başka sigara yok, beğenmiyorsan içme" dedim.. Attı ve ardından, "ruj da tatlıymış, çilekli.." dedi. Mentollüydü halbuki..

Erkekler böyle işte: Hem istekli ve cesur hem de şaşkın ve korkak.. O tek yaprağı yere fırlatırken içi cızladı, adım gibi biliyorum.. Benimle öpüşüyormuş gibi hissedecekti oysa içerken.. Lakin bebe bilmeli ki, "öpmek" erkek işidir, çocuklar sadece yapışır.. Zira, bir "erkek"in sigarasını yaksaydım aynı edayla, minnettar kalabilirdi bana..

Annesinin memesinden kopup sigaraya yapışan bebenin o sigaradan anladığı şeyle öpüşmekten anladığı şey aynıdır:"Büyüdüğünü zannetmek". Zira ikisine de yapışır bebe.. Ne sigaradan bir şey anlar ne de öptüğünden..

Bu yüzden bence bebeler sigara içmemeli, hatta öpüşmemeliler de..

14 Mart 2010 Pazar

Otobüse Benzer Her Sevgili..


Biriyle beraber olmak, otobüsle şehir içinde gidip gelmek gibi bir şey.. Düşünsene; mevsim kış olunca ellerin üşür otobüse binene kadar. Sert soğuk kış acımazken sana, binince ısınır ellerin, iliklerin. Önce biraz sızlar parmak uçların, o an en büyük acı gibi gelir bu sana. Sonra alışırsın sıcağa ve seversin mayıştıran bu tatlı hissi.
Ara sıra durur otobüs duraklarda. 'Her ilişkide olur' der, beklersin; inmezsin her durduğunda..

Değişik yüzler tanırsın otobüste. Hiçbirini hatırlamazsın indiğinde. Yine de ortak noktanız vardır eni sonu, aynı otobüstesinizdir.

Her kalkış sonrası otobüs hızlandığında, heyecanlanırsın. Kalbin bir değişik çarpar. Duraklar arkada kalır; sabırsızlanırsın. İnme vaktinin yaklaştığını hissedince düğmeye basıp sinyal verirsin otobüse: "inecek var" - 'terkedecek var' dır aslında o -. Ve verdiğin her siyali de doğru anlar Allah'ın cezası otobüs..!

Bu seyehatler sürerken mevsim yaza döner. Serinlersin; yazın klimalarını açar senin için başka otobüsler. Ferahlatır seni bu yapmacık serinlik. Fakat hiç değişmez yazgı, duraklarda durur hep farklı otobüsler. Yine aynı durakta inersin; bilirsin ki; bir sonraki durakta da insen, bir öncekinde de yine aynı son yaşanacak..

İnersin otobüsten.. Sen aheste yürürken artık kendi yolunda, o çoktan varmıştır başka duraklara. Yorulursun evet, uzun bir yolu yalnız yürümek zor gelir yekpare vücuduna. Yine de bilirsin ki, hiçbir otobüsle hiçbir yolun sonuna kadar gidemezsin; Elbet bir yerde indirir seni.. -inersin elbet..-

13 Mart 2010 Cumartesi

"Terk" Üzerine..




Müzik çalarım kaybolduğunda, her şeyin beni bırakıp gitmesinden şikayet etmiştim. Hatta eskimiş arkadaşlarımın beni nasıl terkettiklerini hatırlayıp hayıflanmıştım. Sen, "bende öyle bir şey olmayacak" diyerek sözde hep benimle olacağına söz vermiştin.. İnsanlar böyle özel sözleri neden çok kolay verebilirler, anlamam!

Bu sözünü hatırladım ve bu küçük anı gülümsetti çehremi. Beni terketmemiştin zira. Terkettirmiştin kendini..!

Sözünü hatırladığımda beni avutan ve birkez daha, daha şiddetli gülümsememe vesile olan şeyse, başka bir anıydı. Senden çok önce, akbilimi kaybetmiş ve buna çok içerlemiştim. Müzik çalarım gibi onun da beni terkettiğini düşünmüştüm. O zaman hayatımdaki kukla, "Seni terkedecek kadar aptalmış demekki.." diyerek teselli etmiş, bir süre sonra da aynı aptallığı kendisi üstlenmişti. Bende aptal şeyleri çeken nedir, merak eder olduysam da çok üstünde durmadım.. Gülümsemek yetti ruhuma. Tuhaf olan, eski anımın yeni acıma cevap vermesiydi. Hayat, böyle ilginç enstanteneler sundukça sahneme, ilgimi çekmeye devam edecek yaşamak..

İnsan, içinde yaşadığı an'ın anlamını yaşarken anlamıyor da, üzerinden zaman aktıktan sonra dank ediyor. Adeta zaman yıkıyor an'ları; nehre yuvarlanan çamurlu bir taşın zamanla parlaklığını gösterebilme şansına kavuşması gibi..

Zamanın yıkadığı an'ların gülümsetmesi dileğiyle..

11 Mart 2010 Perşembe

Çocuksun..


Ailenin küçüğü, muzur bir çocuksun; yanakların al al, gözlerin pırıl pırıl. Tüm yaramazlıklarına rağmen o kocaman, tertemiz kalbinle "çocuksun" işte.

Bayramlarda en çok şekeri toplayan, okul dönüşü üstü başı en çok kirlenen, yemeğini döke saça yiyen sonra da annesine masum masum bakıp yanağına tüm yaramazlıklarını unutturan kocaman bir öpücük bırakan çocuksun.

Uyumadan önce enerjisini oyuncaklarına seve seve veren, bir daha sesini öyle doyasıya kullanamayacağını bilmeden çığlık çığlığa bağıran, şarkılar söyleyen ve tüm çocukluğunla, pembe yanaklarınla sızıp büyük düşlerine daldığın minik dünyanda kocaman yürekli çocuksun.

Eski püskü bir oyuncağın var. Onu öyle önemsiyorsun ki kırılacak diye oynamaya kıyamıyorsun, o kadar!

Bir gün eve geldiğinde oyundan, hem de öylesine güzel bir gün geçirmişken, göremedin onu. Kaybolmuş. Sen evde yokken, her ne olduysa artık; temizlikçi mi kırdı, başka çocuklar mı aldı, sen mi kaybettin -ki bu imkansız-, yoksa o mu gitti, bıktı mı senden? Yok işte şimdi.

Ne kadar yaramaz, ne kadar umursamaz olursan ol, o senin kendi dünyanda özeldi sana. Senindi. Koruduğun kolladığın, sebebini bilmeden yitirdiğindi. Kaybının kalbindeki yarası, uyumadan önce allanan yanağında kurudu, gördüm çocuk!

Ve arabalar alındı, rengarenk balonlar, ayakkabılar, ve nice teselli armağanları.. Aklın ve kalbin onda kaldı biraz. Sonra geleduran yeniler avuttu seni bir nebze. Gülümseyebildi çocuk yüzün. Gülümseyebildi nihayetinde ama, hatırladıkça sebepsiz kayboluşunu o özel oyuncağının, dalıp gittin çocuk, gördüm!

Zaman aktı, yeniler geldi ve hep gitti, kayboldu bir şeyler, birileri.. Onun kadar acıtmadı, onun kadar uzaklara baktırmadı hiç biri; yaşadım çocuk!

Boş ver diyemem o yüzden sana! Biliyorum, salakça gelir sana bu fikir. Yaramaz, umursamaz ve al yanaklı çocuk, yaşadım ben de! Kayboldu oyuncağım benim de..!
05.03.2010

3 Mart 2010 Çarşamba

İstanbul..

Akşamüstü İstanbul ayrı bir güzel oluyor. Güzellik uykusundan uyanmış prenses gibi. Gözleri yarı şiş, yanakları hafif pembe. Kuşlar konuyor omuzlarına ve yapraklar tac oluyor ona yemyeşil..
Akşam yeli esiyor, biraz ürperiyor İstanbul. Bulutlar sarmalıyor onu. Elini sıcak sudan soğuk suya değdirmiyorlar Prensesin.

'Aklımdaki tüm olumsuz düşüncelerden sıyrılmalıyım' dediğim anda böyle yakalandı duyularıma İstanbul..

Bana kollarını açan, bir anne gibi şefkatle bakan ve baba gibi kocaman.. Gülümseyen, her ne olursa olsun bana mutluluğu hissettiren ve elimi tutan bir sevgili gibi.. Yağmuruyla yüzümü seven, rüzgarıyla burdayım diyen..
İstanbul.. Seni ve sende olmayı seviyorum.. Yine de bazen gitmek istiyorum. Herhangi birgün, herhangi bir saatte, herhangi bir otobüse binip uzaklaşmak istiyorum senden. Özlemek istiyorum seni ve burnumda tütmeni.. En uzak diyardayken bile "Bir İstanbul'um var" diyerek gözlerimi daldırıp anılarıma, ufukta seni görmeyi istiyorum. Uzağındayken sana hasret kalıp, içindeyken doyamamanın hüznünü yaşamak istiyorum. Ve nereye gitmiş ve ne kadar kalmış olursam olayım bir tek sana dönmek istiyorum, sana kavuşmak..

Her bir tepende yaşadığım anılar; daha görmediğim nice sokaklar; ayrı semtlerinde güzel dostlar; sevilmiş gitmiş, sevilmemiş küsmüş nice sevgililer; sadece Beyoğlu'nda bıraktığım avuçiçi sevgiler ve daha nicesi sende gizli..

Sen, bedenim gitse bile uzaklara, ruhumun dönüp geleceği tek adressin, İstanbul..
Sevgiyle..

2 Mart 2010 Salı

Hayat Söyletti..


İstanbul'un telaşında gözlerimi açık tutup eve geldiğimde yatağım göz kırpar bana.. Her zaman tavolmam o edaya. Bugün bıraktım kendimi yatağımın kollarına..

An'ı yaşamak, genellikle yaptığım şey. Bu sefer huzur verdi bana. Uyandığımda yanağımda yastık iziyle sağ yanım pamuk prenses gibi hissediyordu kendini, sol yanım Notre Damın gibi..

Kendimi yatağıma bıraktığım kadar hayatın kollarına bırakmak.. Çok basit bir eylem gibi gözükmüyor bana. Hata yapmak güzel bir şey zira öğrenmek adına, ama dönülmez hatalar yapmak da yürekte derin yaralar açmakta. Ben sakladım hep kendimi. İnsanlar merak etti neden böyle olduğumu. Beni anlamış olanlara da bunu başardıklarını hissettirmedim. Kötü ve sert bilinmek işime de geldi çoğu zaman.

Kötü oldum. İnsanları kırdım, onları azarladım. Kötü kötü baktım suratımı ekşiterek, yer vermedim bazen otobüste. Kırabileceğimin ve üzebileceğimin sinyallerini verdim hep. "kırılmam" dedim,"beni üzemezler". Kimler inandı kimler.. Ah nasıl üzülmem, nasıl kırılmam..! İnsan değil miyim ben.. Kötü & sert imajımı kendimi korumak için çizdim, itiraf ediyorum. Ve aslında, daha çok da bu yüzden incindim. "Mine üzülmez,kırılmaz,bişey demez; zaten böyle demişti..." dediler. Bunu dedirtmekti amacım, ama mutlu etmedi bu gaye beni.. Ve herneyse, bu düşünceler yazıldı benim tecrübe haneme.. Öğrendim ben de birşeyler.


En son neyi fark ettim biliyor musunuz? Benden giden sevgililer hiç dürüstçe gitmediler. Ayrılmak için ya en kuyruklusundan yalanlar söylediler ya da bana "git!" dedirtecek kadar usandırdılar beni, hem de bilerek. Ben nasıl bir insanım diye düşündüm, nasıl biriyim ki böyle gidiyorlar benden..? Ne yani, "olmuyor, sana alışamadım, bitsin" demek ne kadar zor olabilir ki. Suç kelimelerin değil, içinizdeki küçük yüreklerin halbuki..

Ve deli olmak işime geldi çok kereler.. Akıl sağlığımın yerinde olmadığını kanıtlamak için rapor almaya gerek duymadım. Ama rahat durmuyor düşünceler beynimin içinde.. Ani çıkışlarım oluyor. Anlamlandıramadığım şeyler söylüyorum, hatta bazen adab-ı muaşeret kurallarını çiğniyorum. Gülüyorlar, alemsin diyorlar, nasıl böyle olabiliyorsun.. "deliyim" diyorum. Bu sıfata sığınıyorum. Yaptğım, söylediğim şeyler "deli" sıfatı altında absürd durmuyor zira. Zaman zaman istiyorum ben de hastaneye yatmayı, insanlardan uzak biraz kafa dinlemeyi. Gidemiyorum bu hastalıklı akıllı insanlardan.. Onlar deli ediyor beni halbuki..

Hayat öyle bir şey ki, deli olmayı da kötü olmayı da mübah kıldırıyor yaşamak yolunda. Acımıyorum, pekçok kez merhametimden maraz doğurdum zira..